Powered By Blogger

11 Ocak 2014 Cumartesi

0118- ( 1 ) HERTELDEN - Masum Değiliz Hiçbirimiz, Nuriye Akman







Yargı bağımsızlığı öldürüldü ama cenaze namazı kılınamıyor. Cesedi defnedip yenisini kılı kırk yararak inşa edeceğimize, akbabalar gibi maktulün etlerini kemiklerinden ayırmakta yarışıyoruz. Katilin kimliği konusunda ise rivayet muhtelif. Parmaklar hep karşı cenahı gösteriyor. Kimse “bu durumda benim de payım var” diyemiyor.

Sanılıyor ki yargı bir anda ve tek hamlede can verdi. Oysa cinayetlerin temelinde bütün fertlerin harcı vardır. Adaletin vücut bütünlüğü minik darbelerle yavaş yavaş bozulur. Bu süreçte az ya da çok herkesin eline kan bulaşır. “Ben tamamen masumum!” demenin imkânı yoktur.  

Yargıyı ne zaman ve nasıl katlettiğimizi hatırlıyor musunuz?

İşe girerken, okula yazılırken, diploma alırken, askere giderken torpil yaptırdığımızda...

Sınav sorularını önceden almaya çalıştığımız veya kopya çektiğimizde...

Bizim çocukların burnundan kıl aldırmazken, başkalarının çocukları dövülerek, boğularak, bombalanarak yok edildiğinde seyirci kaldığımızda...

Çalışanlarımıza hak ettikleri ücreti ve terfiyi vermediğimizde...

Mal ve hizmet üretimini ucuza mal edip pahalıya sattığımızda...

Liyakati değil hemşehriciliği ve dava arkadaşlığını önemsediğimizde...

İşlerimiz tıkırında gitsin diye rüşvet alıp-vermekten çekinmediğimizde...

Davamızı kazanmak adına yalancı şahitlik yapıp gerçekleri gizlediğimizde...

Suç işlediğimizde bizi beraat ettirecek hâkim arayışına çıktığımızda...

Hukuk fakültelerinde verilen eğitimi sorgulamadığımızda...

Kanunları yorumlarken devletin haklarını önceleyip birey haklarını görmediğimizde...

Kalemimizi erk sahiplerinin emrine vererek kirlettiğimizde...

Kamu kurumlarını denetimden kaçırdığımızda...

Polis ve askerlere adalete değil bize hizmet etme görevi verdiğimizde...

Rakamları şişirip veya söndürüp istatistiği manipülasyon aracı yaptığımızda...

Usulün, her zaman esastan önce geldiğini unuttuğumuzda...

Maddî manevî gücümüzü sergilemekten hoşlandığımızda...

Adamlarımızın ahlakıyla değil çokluğu ve sadakatiyle övündüğümüzde...

İlkelerin kurumsallaşmasına emek vermeyip günü kurtardığımızda...

Pahalı hediyeleri reddetmeyip özgürlüğümüzü kurban ettiğimizde...

Hırsız bizdense “hırsız var”, yangın bizim bacayı sarmamışsa “yangın var” diye bağırmadığımızda...

Bir adım geri çekilmeyi, özür dilemeyi ve uzlaşmayı küçümseyip mahkemeleri, kaldırmayacakları bir yükün altına soktuğumuza...

Doğruyu söyleyen sevmediğimiz biriyse kulak tıkadığımızda...

Yanlışı savunan sevdiğimiz biriyse onu desteklediğimizde...

Kendi hatalarımızın bedelini başkalarına ödettirdiğimizde...

Liste uzatılabilir. Görüldüğü gibi hiçbirimiz masum değiliz. Peki çare?

Sayın Cumhurbaşkanı’mız geçenlerde “Bize yeni kurallar gerekir.  

Kurallar iyi değilse herkesi yolsuzluğa azmettirir.” mealinde konuştu.  

Bana kalırsa bize önce yeni bir insan tipi gerekir. Dünyanın en muhteşem yasalarını da yapsanız, adalet duygusunu içselleştirecek şekilde yetiştirilmeyen çocuklar büyüdüklerinde, bizlerin bugün yaptığı gibi kanun devletiyle hukuk devletini karıştıracaklar ve adaleti kurban etmekten çekinmeyeceklerdir.

Çocukları sadece öğretmenler ve veliler yetiştirmez. Hayat tarzımız, işimizi yapma biçimimizle bizim olsun olmasın bütün çocukların kişilik oluşumunda payımız vardır. Yazdığımız her satırın, ettiğimiz her lafın, ürettiğimiz her nesne ve projenin hesabını verebilmemiz lazım. Sürü psikolojisinden sıyrılıp önce kendimize çekidüzen vermezsek yarınlarımızı kurtaramayız.

Bugün için en büyük tuzak, “cemaatin adamları-hükümetin adamları” ikilemine kapılmaktır. Halbuki insanları “demokratlar, öfkelerine esir olmayanlar, adaleti ihsanla pekiştirenler, elleri ve dillerinden emin olunanlar” gibi kriterlerle değerlendirmeliyiz.

Aşikâr oldu: Öldürdüğümüz yargıyı diriltemeyeceğiz bu kafayla. Hiç değilse elimizde kalan son bilgelik kırıntılarıyla çocuklarımızı nasıl yetiştirmemiz gerektiğini düşünelim. Binalar yukarıdan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya doğru kurulur. Temel sağlam değilse, o çatı er geç çökecektir.

Çocuklara insanî değerleri benimsetip sevdirmek boynumuzun borcu olmalı. Hakikat arayıcılığı tutkusunu çocuğun genlerine işleyecek, onu evrendeki tabii ahengin parçası haline getirecek bir eğitime kafa yormazsak bitmez bu savaşlar...

2014-01-10


YORUMUM;  

Sayın Nuriye Akman’ın bu güzel yazısını, severek okudum. Bloguma eklemeyi de bir görev bildim. Çünkü, duygularıma o kadar  hakkıyla tercüman oldu ki, anlatamam. İçinde yaşadığımız bu toplum hakkında, aynı tarz düşünceleri muhafaza ediyordum ki, zamanlaması açısından da tevafuk olan bu kıymetli yazıyı blogumda paylaşmak istedim.  

Herkes birbirini suçlar ve yargılarken, toplumun sade bir bireyi olarak, öncelikle kendimizi yargılamalıyız. Özeleştiri yapmayan kimse, sürekli olarak başkasını yargılar ve suçlar. Kişisel olarak kendisini yargılayamayan insanlardan oluşan toplumda, sağlıklı gelişme ve huzur olabilir mi?

İnsan olarak ilk görevimiz, başkalarını yargılamak yerine, doğruyu bulmak amacı ile kendimizi sorgulamalıyız. Hedefimiz doğru  ve adil 'insan' olmak olmalı. Yüce dinimiz ve tüm dinler de, insanoğlunun huzuru ve mutluluğu için, esasında  ve temelinde doğruluk ve adalet, öneriyor. Burada  masaya yatırıp, yargılamamız gereken, yukarıdaki yazının bende uyandırdığı ilham mucibince,  öncelikle bizzat kendimiz olmalıyız. Kendisini yargılayamayan toplumları neler bekliyor, düşüncelerimi burada aktarmaya dilim varmıyor. Doğru yolu bulmanın temel ilkesi de; "Sana yapılmasını istemediğin şeyi, başkalarına reva görme." olmalıdır.  Ayrıca, "Birini yargılaman halinde, onu sevmekten mahrum kalırsın."

Bu harika yazısı için Sayın Nuriye Akman'a çok teşekkür ediyorum. Kaleminle birlikte ömrün bol olsun, temennisinde bulunuyorum. 


Saygıylarımla. Sebahattin Tokmak






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder